BUGÜNKÜ TÜRKİYE’Yİ ANLAMAK BALKANLARI BİLMEKTEN GEÇİYOR!
#HasanCelalGüzel
17 Eylül 2013
“Hasan Celal Güzel’e Allah rahmet eylesin… Bu vesile ile bugün onu andık. Yaptığı güzel hizmetlerden biri budur. Türk Dünyası ile ilgilenenler kütüphanelerinde bu yayını bulundursunlar.”
Türkiye’nin yakından tanıdığı siyaset ve kültür adamı Hasan Celal Güzel bir gün aniden telefonla aradı. Yeni Türkiye Dergisi’nin son sayısında konunun “Türk Dünyası” olduğunu ve bir makale yazmamı istedi. Ben de seve seve kabul ettim. “Güneydoğu Avrupa'(Balkanlar)da Türk İzleri” konulu bir makale yazdım. Ortaya iki cilt, 288 yazı ve 3000 sayfadan oluşan muhteşem bir yayın ortaya çıkmış. Mutlaka alın ve okuyun, kütüphanenizde bulunsun. Emeği geçenlere sonsuz teşekkürler…
GÜNEYDOĞU AVRUPA’DA (BALKANLAR) TÜRK İZLERİ
BALKAN ALGISI
Günümüzde Güney Doğu Avrupa olarak adlandırılan ancak uluslararası terminolojide halen öztürkçe bir isim olan “Balkan” adı ile adlandırılan bu coğrafyanın sınırlarını öncelikle belirlemek gerekir.
Balkan, sarp ve ormanlık sıra dağları anlamını taşıyan Türkçe bir kelimedir. Balkan kelimesi literatürde ilk kez 1809 yılında Alman coğrafyacısı A. Zevne tarafından kullanılmıştır.
Balkan Yarımadası’nı Avrupa Kıtası’ndan ayıran sınır dağları yoktur. Yarımadanın doğal ve etnik bütünlüğü de bu sebeple bulunmamaktadır. Bu yüzden yarımadanın günümüze kadar kuzey hududu çizilememiştir. Bazı müellifler adı geçen yarımadanın kuzey hududunu Tuna – Sava – Kupa ırmakları üzerinden geçen ve batıda Riyeka, doğuda Karadeniz’e kadar uzanan 1183 km’lik çizgiyi kabul etmektedir. Doğal kuzey hududun söz konusu ırmakların veya daha kuzeyde Doğu Karpatlar ve Transilvanya Alpleri olduğu söylenebilirse de, etnoğrafya bakımından yarımada; Balkan milletlerinin meydana getirdikleri bir etnik müze veya konglomeradır. Bu topraklarda Türklerin dışında Arnavutlar, Ulahlar, Boşnaklar, Bulgarlar, Makedonlar, Sırplar, Hırvatlar, Yunanlar, Slovenler, Macarlar, Romenler ve diğer milletler yaşamaktadır. Yarımadanın Tuna, Sava ve Kupa ırmaklarının güneyinde bulunan toprakların yüzölçümü 490, kuzeyindeki topraklarla birlikte ise 800 bin km2’dir.
Balkan Yarımadası’nın doğal zenginlikleri ve çok önemli bir siyasi ve stratejik konumu vardır. Yarımada’da Avrupa’dan Anadolu’ya, Yakın Doğu, Akdeniz ve diğer yerlere uzanan yollar geçmekte veya kesişmektedir. Bu yüzden tarih boyunca söz konusu yarımadaya hakim olmak için çok büyük savaşlar yürütüldü.
Balkanlar, güneybatıda Adriyatik Denizi ve İyon Denizi, güneyde Akdeniz, güneydoğuda Ege Denizi, Marmara Denizi, doğuda Karadeniz ile çevrili bir yarımadadır. Kuzey sınırlarını Tuna, Sava ve Kupa nehirleri oluşturur. Kuzeybatıdan (Trieste Körfezi) güneye ve doğuya dek olan bölge sınırları denizlerle çevrilidir. Karadeniz kıyılarında ise bölge sınırları denizlerle çevrilidir. Karadeniz kıyılarında Tuna’nın döküldüğü yerden Tuna boyunca kuzey sınır Belgrad’a ulaşır. Burada Sava boyunca devam edip Hırvatistan – Bosna Hersek hattından batıya ilerleyen kuzey sınırı Slovenya’ya gider. Catez ob Savi köyünde Krka nehrinde devam eden kuzeybatı sınırı, nehrin ağzı Gradicek’in batısından Vipava nehri üzerinden ilerleyip İtalya’ya geçer. Gorizia yakınlarından Soca nehri ile birleşen sınır, Trieste Körfezi kıyısındaki Manfalcone yakınlarındaki Adriyatik’e bağlanır.
Gördüğünüz gibi bir çoğumuzun bu güne kadar duymadığı denizler, nehirler, körfezler, köyler Balkan coğrafyasının içinde yer alıyor. Benim düşünceme ve iddialarıma göre bu coğrafyanın içine Ege’de bugün Yunan hükümranlığında olan başta Girit ve Rodos olmak üzere bütün adalarıda katmak gerekiyor.
Balkan coğrafyasının yukarıda sınırlarını çizdiğimiz topraklarının yüz ölçümü ortalama 550.000 kilometrekare’nin üzerinde… Balkanlarda 50 – 55 milyon civarında insan yaşıyor. Nüfusa dair net rakamların verilememesinin en önemli nedeni siyasal nedenlerle sağlıklı nüfus sayımının yapılamamasıdır. Ancak toplam nüfusun % 25’inin Türk, Arnavut, Boşnak, Goralı, Pomak, Torbeş ve Çingenelerden oluşan müslümanlardan müteşekkil olduğunu söyleyebiliriz.
Türkler açısından bakacak olursak, sayısı net olarak belirlenemesede 2 milyon Müslüman Türkün Balkanlarda değişik ülkelerde yaşadığını söyleyebiliriz. Bu sayıya hristiyan Türkler olan Gagavuzlar dahil değildir. Gagavuzlar Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Makedonya başta olmak üzere dağınık bir şekilde Balkan ülkelerinde yaşamaktadır.
Bu gün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşadığı farz edilen 76 milyon vatandaşımızın önemli bir bölümü ki; bazılarına göre bu nüfusun % 50’sini karşılamaktadır. Ya ecdadı ya da kendisi Balkan topraklarından “anavatan” tabir edilen ülkemize gelmiştir.
Bu insanların ve Anadolu insanlarının veya halen Balkan ülkelerinde yaşayan Türk ve Akraba Topluluklarının her birinin bilgi eksikliği ve dezenfarmasyon nedeni ile düşüncelerine etkili olan bir “Balkan Algısı” vardır.
Aslında yukarıda bahsettiğimiz bu büyük coğrafya “Balkan”olarak anlaşılmalı, tarihi ve sosyolojisine bir bütünlük içinde bakılmalıdır.
Günümüzde Balkan devletlerine (Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Kosova, Arnavutluk, Romanya, Karadağ, Sırbistan, Hırvatistan, Bosna Hersek, Slovenya) bakarak farklı bir “Balkan Algısı”na sahip olmak, Balkan coğrafyasının tarihi, sosyolojisi, jeopolitik ve jeostratejisi açısından bizi yanlış sonuçlara götürür.
Balkan coğrafyası, tek ve bütün bir coğrafyadır. Devletler tarihinden bakınca belirlenmiş sınırlar sunidir. Bu suni sınırlar arasında halklara, kültürlere, geleneklere ve dillere dayalı kuvvetli geçişler vardır. Örneğin Türkçe ile bütün Balkan coğrafyasını gezebilir veya Slav kökenli dillerle çoğu Balkan halkı ile anlaşabilirsiniz.
Türkler açısından bakılıncada Balkanlar tek ve bütün bir coğrafyadır. Mesela Rodopların bir eteği Bulgaristan sınırları içinde diğer eteğide Yunanistan’dadır. Ancak Türkler açısından Rodopların bir ve bütün bir coğrafi alan olduğu tartışılmaz bir gerçektir.
Türkiyemizde Balkanlar, bize oralardan Anadolu’ya göç etmiş insanların geldiği yer ile bir anlam ifade etmektedir. Örneğin çok yanlış bir şekilde Balkanlardan gelenlerin tümünü Batı Trakyalı veya Arnavut ya da Boşnak farz etmek gibi. Halbuki biz Türkler için Balkanlar denince 550.000 kilometrelik bir toprağı ve 55 milyon civarında insanı ve de bu toprakların Girit ve Rodos ile tüm Ege Adalarını kapsadığını, Marmara Denizinde yer alan kıyılarımızdaki Doğu Trakya’dan başlayıp ecdadın gidip yerleştiği en son nokta olan Estergon Kalesi’nde bittiğini, bilmemiz ve idrak etmemiz gerekiyor.
BALKANLARDA TÜRK VARLIĞI
Saka ve İskit Türkleri’nin M.Ö. 700 yılında kurdukları Bozkır İmparatorluğu veya Konfederasyonun sınırları içerisinde Makedonya dahil bütün Balkan Yarımadası, Macaristan, Bohemya, Ukrayna ve diğer bölgeler ve ülkeler bulunuyordu.
Çin sınırından Tuna Irmağı’na kadar uzanan bu imparatorluk veya Konfederasyonda; kültür bakımından Türk atlı ve yarı göçebe kültürünü benimsemiş toplulukların yaşayışları, kıyafetleri, adet ve inançları tek bir kültürü yani Türk kültürünü ifade etmektedir.
Bu nedenle H. Triedler ve bazı tarihçiler Saka, İskit ve Bozkır İmparatorluğu veya Konfederasyonu’na egemen zümrenin Türk olduğu kanısına vardılar.
Büyük İskender İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonraki dönemde bölgede kurulan Greco – Baktria Devleti’nin sınırları, kuzeyde Hun Türkleri ile komşuydu. M.Ö. 140 yıllarında ise kuzey ve kuzeydoğudan Hun Türklerinden kaçan kavimlerin ki; bunlar; Yunan kaynaklarına göre Türk olan Peçenek, Saka ve Yüeçilerin Balkanları istila ettiklerini görüyoruz.
Böylece tarihi belgeler açısından M.Ö. VI. yüzyılda başlayan Balkanlardaki Türk varlığı, Büyük Hun kültürü ve onun bütün Avrupa’yı titreten, büyük yayılış ve atılımı kendini göstermeye başlamış oldu.
Tarih, arkeoloji, dil, edebiyat, sosyoloji ve diğer bilim dallarının tespit ettiği gerçekler ise, müşahhas bir Türk varlığının bu bölgede M.S. IV. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Hun Türklerinin eliyle yerleşmeye başladığını gösteriyor. Balkanlardaki Türk varlığı ve kültürü Hun Türklerinden sonra bu coğrafyaya gelen Avar, Proto Bulgar, Peçenek, Oğuz, Kuman, Selçuklu ve Osmanlı Türkleri’yle devam etti.
Bu sebeple Balkanlarda Türk varlığını üç ayrı dönemde incelemek daha doğru olacaktır.
1. Birinci dönem 372 – 1370 yılları arasında geçmiştir.
2. İkinci dönem 1371 – 1912 yılları arasında Osmanlı – Türk Hükümranlığı altında geçen dönem
3. Üçüncü dönem ise 1912 – 2013 yılları arasında Türk hakimiyetinin sona ermesinden günümüze kadar geçen süredir.
Balkan Yarımadası en büyük etnik değişikliklere Hun, Avar ve diğer Türk kavimleri ile Slavlar ve Osmanlı Türklerinin yerleşmesiyle uğradı.
Hun ve Avar Türkleri 372 ile 803 yılları arasındaki dönemde Balkan Yarımadası’nda ve Avrupa’da büyük devletler kurdular. Devletleri tasfiye edildikten sonra bir kesimi diğer kavimler ve dinler tarafından eritildi. Bir kesimi ise Göktanrı’ya inanmaya ve Türkçe konuşmaya devam etti. 679 yılından sonraki dönemde Hun ve Avar Türklerinden geriye kalan Proto Bulgar, Oğuz, Peçenek ve Kuman Türkleri’nin önemli bir kısmı İslam Dini’ne geçti. Bunlar 1352 yılından sonra Anadolu’dan gelen Türklerle Balkan topraklarının fetihlerine katıldı.
Yine 679 yılında Tuna Nehri’nin sağ tarafında bulunan Mizya’ya veya bugün Kuzey Bulgaristan dediğimiz bölgeye geçen Asparuh Han komutasındaki Proto Bulgar Türkleri, Balkanlarda imparatorluklar kurdular. Onların müslüman olmayan kesimi IX. yüzyılın ikinci yarısında Doğu Roma İmparatorluğu tarafından yapılan baskının neticesinde önce Ortodoks Hristiyanlığı daha sonra Slavlığı ve Slavca’yı kabul etti. Slavlar, Hun ve Avar Türkleri’nin köleleri olmasına rağmen, bu Türk kavimlerinden Balkan topraklarında kalan Türk grupları, İlirleri, Trakları, Antik Makedonları, Romalıları ve Peonları göçe zorladıktan sonra Balkan Yarımadası’na yerleştiler.
Balkanlardaki coğrafi ortam; tarihin akışını ve yönünü, kültürlerin dağılımını, göçleri, etnik farklılıkları, yerleşim yerlerinin durumunu ve tipini etkilediği kadar, oralarda yaşayan milletlerin manevi nitelik ve değerlerini de etkiledi. Bu sebeple Balkan Yarımadası’nın tarih boyunca çok karışık etnik ve dini bir yapısı vardır. Günümüzde de bu durum devam etmektedir.
Ayrıca burada belirtilmesi gereken diğer bir önemli hususda; Balkanlarda Osmanlı Türkleri öncesi dönemden bu yana yaşamını sürdüren Goralı, Pomak, Torbeş gibi toplulukların tamamının Hun, Avar, Peçenek, Kıpçak, Kuman, Uz, Oğuz gibi Türk boylarının torunları olduklarıdır. Ancak Türk bilim adamları bu konunun üzerine yeterince eğilmedikleri için özellikle Yunan, Makedon, Bulgar ve Sırp tarihçiler başta olmak üzere neredeyse tüm batılı tarihçilerin, bu grupları, farklı ırk ve etnisitelere bağlama çabaları vardır.
Osmanlı – Türk İmparatorluğu’nun, Balkanlara hakim olduğu dönemde, Balkanlar’da yaşayan Türklerin yanında, Türk’e benzemeye çalışan “reaya” denilen bir topluluk bulunuyordu. Bunlar Türk gibi giyiniyor, başına kırmızı fes takıyor, Türklerin hareketlerini taklit ediyor, Türkçe konuşuyor, çarşıda ve diğer yerlerde Türkler’den fark edilmiyordu. Reaya’nın bu dış görünüşü, onu her türlü dış taarruzdan koruyarak, İslam’ı kabul etmeye ve Türkleşmeye kadar gitmiştir.
Osmanlı – Türk Devleti’nin 1699 Karlofça Anlaşması’nın imzalanmasına kadar süren Yükseliş Devri’nde, Türk göçleri doğudan batıya ve güneyden kuzeye doğru gerçekleşti. Devlet, yeni feth edilen Balkan topraklarına Anadolu’nun değişik yerlerinden onbinlerce Türk ailesi yerleştirdi. Yerleşme oldukça planlı ve düzenli bir şekilde yapıldı.
Anadolu’dan getirilen Türk aileleri en çok Sava ve Tuna ırmaklarının güneyinde ve Drina Irmağı’nın doğusunda bulunan topraklara yerleştirildi. Belirlenen sınırların dışında kalan topraklara sadece ordu birlikleri, akıncılar ve memurlar gitti. Osmanlı Devleti’nin duraklama, gerileme ve dağılma devirlerini ihtiva eden son 200 yılda Türk ve diğer Müslüman göçü, kuzeyden güneye ve batıdan doğuya doğru gerçekleşti. Bu göç genelde elden çıkan Macaristan, Hırvatistan, Dalmaçya, Lika, Krayina, Bosna, Banat, Baçka, Sirem, Slavonya, Eflak, Boğdan, Moldova, Kırım ve diğer bölgelerden yapıldı.
Osmanlı Devleti, Deliorman civarında kalan eski Türk gruplarını ve Anadolu’dan getirdiği Türkleri, Makedonya, Sırbistan, Hırvatistan, Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Arnavutluk’un değişik bölgelerine iskân ettirdi. XIV. – XVII. yüzyılların arasındaki bu dönemde Balkan Yarımadası’na kitleler halinde gelen Anadolu Türkleri, bu yarımadanın Sava ve Tuna ırmaklarının güneyinde ve Drina Irmağı’nın doğusunda bulunan topraklarda nüfus çoğunluğunu oluşturdu. Türk yerleşmesi genelde Anadolu ve Akdeniz ikliminin olduğu güney ve güneydoğu Balkan bölgesinde yapıldı. Oraların etnik ve din yapısı Türklerin ve İslâm’ın lehine değiştirildi.
Türklerin, Balkanlarda makus talihinin oluşmaya başladığı hadisenin, 1683 yılında gerçekleştirilen 2. Viyana Kuşatması olduğunu söyleyebiliriz. Başarısızlıkla sonuçlanan bu muhasaradan sonra, Türkler ve Türk gibi görünenler halen Balkanlardan, Türkiye’ye veya dünyanın her hangi bir köşesine göç hüznünü yaşadılar ve yaşamaya devam ediyorlar. Bu durum 2013 yılı itibarı ile benzerlikler içerir bir şekilde sürmektedir.
Türklerin başına Balkanlarda meydana gelen bu olayların sadece siyasi ve insani boyutu yoktur. Bunların yanında dil, kültür, tarihi eserler Türklere ait her türlü arkeolojik ve etnografik argümanlar, Balkan coğrafyasından silinmye çalışılmaktadır.
Bütün bunlara rağmen Balkanlar o kadar Türktür ki; ICOMOS’un üyesi Nikos Agriatonis’in 2005 yılında İstanbul’da söylediği bir sözden bunu bir kez daha anlıyoruz: “Yunanistan’da 1830 tarihini esas alarak 2300’e yakın tarihi eserin envanterini çıkarttık. Bunlardan bir kısmı kamuya ait yapılar, bir kısmı da ticaret ve sosyal amaçlı binalar. Yani imaretler, medreseler, camiler, köprüler, minareler, evler, kaleler, limanlar, hisarlar ve su sistemleri Osmanlı dönemine kaydedildi. Bu envantere aynı dönemde inşa edilen kiliseleri, manastırları kısaca Hristiyanlıkla ilgili yapıları dahil etmiyoruz. Ayrıca, 8500’e yakın, Osmanlılar zamanında kullanılmış içinde şimdi kimsenin yaşamadığı ve yıkılmamış ev tespit ettik”…
Düşünün bir kere; bu sadece Yunanistan açısından saptanan bir durum… Yunanistan’da böyleyse acaba öteki Balkan ülkelerinde ayakta kalan Türk izleri nelerdir?
BALKANLARI YAKIN TARİHTEN GÜNÜMÜZE GETİREN BAŞLICA OLAYLAR :
1699 Karlofça Anlaşması, Balkan Yarımadasının modern tarihinin başlangıcı için bir dönüm noktası teşkil eder. Bu anlaşma ile Osmanlı-Türk İmparotorluğu önemli bölgeleri kalıcı olarak Hıristiyan güçlere bıraktı. Bu dönemde Habsburg İmparotorluğu Erdel, Hırvatistan,Slavonya ve başka toprakları ele geçirirken; Venedik’te Dalmaçya ve Mora’yı aldı.
Osmanlı – Türk Devleti 18.yüzyıl boyunca Avrupalı güçlerle, özelliklede bu güçlerle genelde ittifak içinde olan Rusya ve Habsburg İmparotorluğu ile sürekli savaştı. Fransız Devrimi ve Napolyon’un mücadelelerine Balkan toprakları da dahil oldu.
1775 yılında Habsburg İmparotorluğu Bukovina’yı ele geçirdi. 1797’de de Dalmaçya ve İstriya’yı elde etti. Bu ilhaklar 1815 Viyana Anlaşması ile teyit edildi.
Rusya 1812 Bükreş Anlaşması ile Besarabya’yı yani bugünkü Moldovya ve Romanya topraklarının büyük bir bölümünü aldı. 1815’te İngiltere, günümüzde Yunan Adaları olarak adlandırılan adaların hakimiyetini ele geçirdi ve bu hakimiyetini 1863 yılına kadar sürdürdü.
Yakın Doğu’daki hadiselere Avrupalı büyük güçlerin yani İngiltere, Fransa, Rusya, Habsburg İmparotorluğu ve bazı konularda Prusya’nın karışmasının Balkanlara da olumsuz sonuçları oldu. Bu devletler zaman zaman ortak hareket ederken birçok kez de aralarında büyük menfaat çatışmaları yaşıyordu. Bir çoğu Osmanlı – Türk İmparotorluğu’nun geniş toprakları üzerinde çok şiddetli bir nüfuz rekabeti halindeydi…
İstanbul yani Osmanlı – Türk İmparatorluğu’nun merkez yönetiminin zayıfladığı 18.yüzyılın sonu ve 19.yüzyılın başlarında, Balkanlarda anarşi ve kanunsuzluk hüküm sürüyordu. Bu nedenle özellikle Balkanlardaki nüfuzunu artırmak için Avrupalı devletler tarafından devamlı tahrik edilen hıristiyan nüfus; diğer nedenler sebebiyle de, Fransız Devrimi ile özdeşleştirilen pek çok fikir ve bilhassa liberalizm ve milliyetçilik Balkanları adeta bir kan gölüne çeviriyordu…
Osmanlı – Türk İmparotorluğu’nun karşı karşıya kaldığı ilk isyan 1804’te gerçekleşen ve devletin bölgedeki karışıklıkları dizginleyememesinden kaynaklanan Sırp isyanıdır.
İkinci isyan ise 1821’de Hrıstiyan alemi ve Avrupalı devletlerce de büyük çapta desteklenen Mora İsyanı’dır. Bu güçlerin müdahalesinden sonra 1829’da bağımsız bir Yunan devleti kuruldu. Ancak ne gariptir ki; bu devlete tahsis edilen bölge Rumların meskun olduğu toprakların sadece dörtte birini oluşturuyordu. Yunanistan, Ortodoks Hristiyanlığın bağlı olduğu kiliseler tarafından Avrupalı devletlerin desteği ile kurulmuştur. Yunanistan’ın kurulmasında bir devlet geleneğinden ve millet yapısından söz edilemez. Öyle ki; bu devletin kurulmasına destek olanlar, devletin yönetim biçimini de monarşi olarak belirlemiş ve dışarıdan Bavyera Kralının ikinci oğlu Otto’yu kral olarak başa geçirmiştir.
Üçüncü önemli isyan ise Eflak ve Boğdan’daki Rumen hareketidir. Diğer Balkan topraklarında görülen dışarıdan müdahaleler burada da görülmüştür. Zamanın hiçbir büyük gücü, kontrollerine almak istedikleri bu toprakları başıboş bırakmak istememişlerdir. Yine Eflak ve Boğdan’da 1866 yılında Orta Avrupalı Prusya Kraliyet ailesinin Katolik koluna mensup Hohenzollern – Sigmaringenli Carol’un hükümdar seçildiğini daha doğrusu hakim güçler tarafından atandığını görüyoruz…
Bu süreçte içeriden direniş ve ayaklanmayla, büyük güçlerden de saldırılar ve müdahaleyle karşı karşıya kalan Osmanlı-Türk İmparotorluğu, devletin daha fazla parçalanmasını ve Balkanlardaki isyanları önlemeye yönelik kararlı girişimlerde bulundu. Sened-i İttifak’la başlayan bu süreç Tanzimat Fermanı (1839), Islahat Fermanı (1856), Kanun-i Esasi ve 1.Meşrutiyet (1878) nihayetinde de 2.Meşrutiyet (1908)ile devam etti.
Balkanları bugüne taşıyan en önemli olaylardan biri de; 1875’te Bosna – Hersek’te çıkan isyandı. Bu isyan bastırılamadı. Akabinde 1876 yılında Sırbistan ve Karadağ bu isyandan faydalanarak Osmanlı-Türk İmparotorluğu’na karşı savaş açtı. Büyük bir uluslararası kriz çıktı. Balkanlara inmek, Boğazları ele geçirmek ve de Akdeniz’e Ege yoluyla çıkmak isteyen Ruslar bunu fırsat bilerek 1877 yılında tarihimizde “93 Harbi” olarak bilinen savaşı Osmanlı – Türk Devletine karşı ilan etti. Savaş; Balkanlarda büyük güçler arasındaki dengeyi alt üst eden Ayastefanos Anlaşması (1878) ile nihayetlendi. Ancak büyük güçler buna çok şiddetli bir tepki gösterdi. Bunun üzerine aynı yıl Berlin Kongresi toplandı.
Berlin Kongresi, Balkan Devletlerinin kurulmasında bir dönüm noktasıdır. Daha önce bağımsızlığını kabul ettirmiş olan Yunanistan’a; bu kongrede alınan kararlarla Romanya, Sırbistan ve Karadağ eklenmiştir. Avusturya – Macaristan İmparotorluğu’da Bosna – Hersek’i ve Yeni Pazar Sancağı’nı ilhak etti. Ayrıca bu sonuçlar, Müslüman ve Hrıstiyan Arnavutlar arasında da ayrılık düşüncesinin başlangıcına neden teşkil etti.
18. ve 19. Yüzyıllarda dikkatini Balkanlara toplayan büyük güçler, 1887’den sonra dünyanın diğer bölgeleri ile daha fazla ilgilenir oldular. Bu sırada, bu güçlerin hiç biri bir Balkan krizi çıkmasını istemiyordu. Bu sessizlik 1912 yılında patlak veren Balkan Savaşları’na kadar sürdü. Günümüzde de benzer olaylar ve uygulamalar; Türk ve Türk gibi görülen Müslümanlara uygulanan zorunlu göçler, asimilasyon hareketleri ve Çamerya, Makedonya, Kosova ve Bosna – Hersek’te meydana gelen ve soykırım niteliği taşıyan katliamlarla sürüyor.
Balkanlarda meydana gelen olayların, toprakla ilgili hedefleri olmasına rağmen, aciliyet gerektiren en önemli husus iç ekonomik kalkınma gerekliliği ve halkların yaşam koşullarının iyileştirilmesi ile de ilgiliydi. Bölge siyasetçileri, geri kalmışlığı çok iyi idrak ediyor ve köklü değişikliklerin olması gerektiğini savunuyorlardı. Ancak ne gariptir ki; Balkanlarda yaşanan bu olayl